Friday, July 9, 2010

"Hocam nisanlim bana hep "doch" diyor!?"

Orta birde hic istememistim Almanca ogrenmeyi. Misler gibi secmeli resim dersi dururken benim artikel ezberlemem beklenemezdi. Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden gelen harika bir kadin, bazen gelisi sirtinda bir cuval kille olurdu. O harika kolyeler ve yuzukleriyle sirtlanirdi koca cuvali. Benim gibi minik minik elli 11-12 yasindaki cocuklardi emek verdikleri. Yarisi zaten belese bes veriliyordur diye gelirdi. Seneler sonra daha iyi anladim o geometrik uc boyutlu sekillerden yaptigimiz heykelleri ya da cizgi calismalarini, tasarim birinci sinifta temel tasarim dersinde cok cok benzer seyleri yaparken. Ismi degismisti aslinda, odevken kosskoca "Proje" olmustu.

Bu en sevdigim ders, gozumu ayirmadan izledigim o guzel kolyeli ve yuzuklu kadinin gitmesiyle ertesi sene acilmadi. Saclari da cok guzeldi, kisacik ve kipkirmizi. Seneler sonra kuaforun "nasil olsun" sorusuna verdigim "kisa ve kirmizi" cevabi o zamanlar yerlesmis galiba dilimin ucuna.

Kolyesi ve kupesi altin, etekleri diz alti tombul biri geldi, hic de bakmadim o tarafa. Bu sene secmeli zorunlu secmeli ders olan Almanca'yi almam gerektigini, gecen sene bu dersi almayan ben ve diger belesci arkadaslarim icin yeni baslayan almancasi sinifi acacaklarini soyledi. Gitti. Dersi de acmadi. Bizi sanki dunyanin en normal hareketiymis gibi almanca iki denen siniflara dagitmis altin yuzuklu parmaklariyla. Aciklamaya gerek yok, 11-12 yasindaki salaklariz. Muhattap olmaya gerek duymamis.

"Benim dersim de onemli, ben de ogretmenim burda!" hirsiyla kendini bizi hirpalamaya adamis, hayatinda sanirim hic gercek bir almanla konusmamis bir almanca ogretmeni ile karsi karsiya oturuyordum. Normal olarak anlamiyordum ve o yamuk kesilmis biyiklarindan baska ilgiyle incelenebilecek hic bir yeri olmayan beyefendi beni gittikce daha fazla boguyordu. Utanmadan yaptigi sinavlarda kagidima not veriyor, karneme de 3 ve 1 rakamlarini yazip, bir de ustun yetenek gosterip ortalamasini alip 2 veriyordu. Bu iki benim ilk almanca notum oluyor ve yillarca almanca dendiginde gozumde sirasiyla altin altin yuzuklu bir el, yamuk biyigin altindaki agizdan cikan anlamadigim kelimeler ve guzelim beslerimin arasindan bana bos bos bakan secmeli ders notum olan 2 canlaniyor.

Liseye BALa geliyorum, bizim ingilizce okudugumuz gibi ortaokul ve liseyi almanca okuyan insanlarla tanisiyorum. Anlamsiz geliyor, boyle anlamsiz bir dilde birseyler yapmak. Hic orali olmuyorum, hic ustume alinmiyorum, ikide birakmisim almancayi, uce gecmeye niyetim yok.

Asik oluyorum sonra, askimizin almancayla bir ilgisi yok. Tatli tatli turkce seviyoruz birbirimizi. Almanca ogreniyor o, doktorasi onu bekliyor almanyada. Hala ustume alinmiyorum, hic hayalimin ucunda yok almanya. "Ben gidiyorum." diyor bir gun. Artik dile getirmek zorunda kaliyor, cunku ben almancayi ustume alinmadigim gibi onun gidisini de alinmiyorum. Aliniyorum icten ice beni birakip gitmesine, ama "ben de giderdim" diyorum ona,"negzel gidiyosun bak yasasin" diyorum. Tezimi yaziyorum ellerimle, gozlerimle agliyorum, kafam darma duman.

Uzun uzun geciyor gunler, kocaman eve bir sessizlik cöküyor, anlamini hic anlayamadigim almanca gibi oluyor hayatim. Birileri birseyler söylüyor, anlamiyorum, anlamsiz cunku artik hersey. Anlamak icin tek bir yolum var artik, Goethe. Adi ustunde zor bir durum.

Parmagimda yüzügümle gidiyorum Goethe'ye. Burasi sevip de kavusamayanlarin sinifi, yani Aile Birlesimi vizesi almak icin baslangic seviyesinde almanca ogrenmesi gereken, sinava girip de sertifikayi alamazsa sevdicegiyle anca ruyalarda veya internette bulusacak insanlarin sinifi. "Besinci kezdir giriyorum sinava, gene alamazsam sertifikayi bosiycam bu adami" diyor kusadali delikanli kadin ders baslamadan. "Nisanlimi bir gun gordum sadece" diyorum, "sizin de mi anlasmali evlilik abla" diyor benden en az on yas buyuk adam, simit veriyor bi de, "gevrekciyim abla ben, kumrum da var." diyor. Kucuk bir kiz var diger yanimda, "17 yasindayim ama nikaha kadar 18 olucam, senin nisanligin ne renkti, kabarik miydi etekleri?" diyor. Basim donuyor, hoca gelip de "guten tag"lasmaya baslayinca acamiyorum agzimi. Kusarim gibi geliyor acarsam, kilitleniyor cenem. Sevmiyorum, ben resim dersine gecis yapmak istiyorum, nereye gitti guzel kizil sacli?

Hulya'yi seviyorum gun gectikce, onun da guzel bir yuzugu var. Cok ugrasiyor bu almancadan tiksinmis, zorla ogrenmek zorunda kalislarindan direncli, "oraya bi kapagi atsam tek kelime ögrenmicem" kafasindaki insanlara bi kac puan daha kazandirmaya. Tersliyorlar Hulya'yi, cok üzülüyor. Onu suclar gibiler bu kanun yüzünden, gözleri doluyor, bana bakiyor, gülümsüyorum. Rahatliyor, arkadas oluveriyoruz oyle. Dersten once dedikodu yapiyoruz, anlasmali evlilik yaptigi 20lik delikanliyla sarmas dolas olan delikanli kusadalidan bahsediyoruz. Almanyadaki kozmetik dukkanlarindan, biralardan, patateslerden konusuyoruz. Kordonda bir bira-patates aksami icin sozlesiyoruz.

Siliniyor aklimdan yamuk biyikliyla altin yuzuklu. Severek ogreniyorum artik, 2 falan da degil notlarim, 98lerde geziyor. Yuksek notlar aldikca seviyorum, sevdikce daha cok ogreniyorum. Almanca mesajlar atiyorum sevdicegime, her ogrendigim yeni fiil ve kelimeyle. O da rahatliyor, gozune farkli gorunmeye basliyor almanya. Evimizi dusunuyoruz, neler neler yapicaz ben gidince. Ama once bu sinif arkadaslarimla ayni kefede ayni savasin neferiyim. Kendini tanitma kisminda taksi soforu oldugunu ogrendigim arkadasim, "ben baglama yapiyorum esasinda, baba meslegi. ama diyemiyorum ki almancasini, taksi soforu diyorum geciyorum." diyor. Seviyorum gozunu sevdimin almancasini, hergun binbir kufur yiyen, kavga dovus ogrenilen almancayi. Ölüm kalim meselesi olmus burda, nefretle ve hirsla ogreniliyor. "ogretmenim nisanlim bana hep doch diyor, ne demek ki bu?" diyor araba tamirciliginden hasta bakiciliga gecmis, ama ikisinin de ayni oldugunu dusunen, "benim orda isim hazir abla, nisanlim is bulma kurumunda calisiyor" diyor. Notum yuksek diye mi abla oluyorum, yoksa cok mu artti sacimdaki beyazlar? Anlamiyorum. Anliyorum ki bu alman-ca ortamlarinda olay bu. Anladigin kadariyla yetiniyosun...

Sinav gunu nikahima denk geliyor. Goethe'de sinavdan cikip nikaha kosan ilk ogrenci oluyorum. Hediye verip tebrik ediyorlar. Kiyafetime dudak bukup "boyle mi gidiceksin nikaha?" diyorlar. Yok diyorum, tuvalette degistiricem. Boyle gitsem daha iyi olacakmis gibi bakiyorlar. Ellerim titremis sinavda hep zaten, gecicegim olasilik olarak yuzde bin de olsa ucunda bir kavusma durumu var iste. Stres hersekil buluyor insani. Sözlü sinavda nefes nefeseyim. Niye bu kadar heyecanlandim, anlamiyorlar. Aslinda depar atmisim yandaki kafeye, nisanlim orda, esim olmak icin bekliyor. Onun yanindan gelmisim. Bi iki sacma cumle kurdurup gonderiyorlar bizi. Konfetileri olsa aticaklar arkamizdan, sevgiyle gonderiyo beni kader arkadaslarim.

Nikah, dugun, vize... Birden almanca alisveris yaparken buluyorum kendimi. Anladiklarim anlamadiklarimin yaninda cok kucuk, ama yetinmeyi ogrenmisim bir kere. Para cokomel konusunu cok iyi halledebiliyorum.

Yeni bir kursum, yeni kader arkadaslarim oluyor. Biri japon, biri rus, biri iranli, bi de ben turk, dort kisi, dort aile birlesimi vizeli, turk kahvesi iciyoruz bizde. Almanca fal bakiyorum. "Doch!" diyorum bir soruya cevap olarak. Yuzumde yine cok kocaman bir engel asmis gulumseme. Bi dahakine "doch doch!" diye ikilerim diyorum icimden, cok egleniyorum...

No comments:

Post a Comment