Monday, July 26, 2010

Alman termometresi

Ilk geldigim zamanlar hep saygiyla ve anlamadan dinlerdim, uzuuun uzuun konusan almanlari. Arada bir gulumserdim, fikrini buyuk bir ictenlikle savunan, aralarda onay bekleyen bakislarla yuzume bakan heyecanli arkadasi. Daha sonra sorardim, neymis derdi diye. Bisey yok iste diyene de cok kizardim, bana niye anlatmiyosunuz dogru duzgun diye. Ne biliyim anlatcak birsey bulamadiklarini.

Hava diyomus, o kadar soguk degil aslinda. (-10) Bu kis normallere gore biraz uzun gecti gibi geliyor herkese (haftalarca kar kalkmadi, ne gibisi?) ama normalin tanimina uygun diyomus. (burda herseyin yuzdeli muzdeli bir analizi, bilimsel tanimi ve TÜV kaydi var) Meteorologlarin soyledigine gore (buranin tayyip erdogani gibi dusunun, surekli televizyonda, surekli onemli aciklamalar, dunyanin ikinci en uzun bos laf kalabaligi) bu sene son 75 yil incelendiginde (bunlarin hic isi yok) gayet de mevsim normallerinde denebilecek bir kis yasaniyormus. (eee? soguk degil mi yani?) Adam bize bunu iki bucuk saatlik bir konferans olarak anlatiyor. Verileri ezberlemis de gelmis, virgullu.

Hayir kendisi meteorolojide falan okumuyor, bildigin duz vatandas. Seviyo adam napsin? Evine en az (biri dijital ve gelecek uc gunu de kapsayan hava tahminlerini, nemi, basinci falan da gosteren) uc adet termometre koyuyor. Neyse bu da boyle bir tip heralde diyosun. Zaman geciyor, bu davranisin bir gelenek oldugunu, bu termometrelerin bizim caydanligimiz ya da misafir terligimiz gibi bir sey oldugunu goruyorsun.

Havanin soguk olacagini termometreye bakmadan zaten virguluyle birlikte gorebiliyorsun. Giyiniyorsun ona gore kazagini, montunu. Virgul bes daha sicak olsa ne, olmasa ne? Kis iste, Ankara gibi, nedir yani? Baska derdin mi yok diyesim geliyor. Yook! diyecekler diye korkuyorum. Yok gibi gercekten. Olsa kim takar kizarmis patatesin kac dakika kac saniye kizardigini, ya da kim iki tane otomobili vincle kaldirip yere atar, hangisi daha once yere duser testi icin? Bizde en fazla hafif top ve agir top atilirdi, ayni anda dusuyolarmis aferin denir, gecilirdi.

Bizim de derdimiz yokmus ki golde gezelim demisiz. Kahvemiz ya da daha guzeli cayimiz termosta. Oh ne guzel buranin dogasi diye kiskanarak tertemiz gole bakarken bir beyefendi gorduk. Yuzuyor. Sanirim termometresi "bugun yuzulebilir, mayoyu falan da bosver, bosa yuk yapma" demis. Goz alici doga gozumuzu alsa da maruz kalmasak beyefendinin giyinisine yarebbim... Ne kadar ugrassan da kayiyor demek ki...

Usumuyor adamlar. Kizlar da yaz-kis gardrobu ayrimi yok. Mini etekler her daim moda, bizim gibi tayt zengini de degiller. Fistik gibi giyiyor ince corabini, tikir tikir izmir kizi gibi geziyorlar. En guzeli, kimse pesine takilmiyor, cesitli isteklerini yaka bagir acik tespih sallayarak beyan etmiyor, ya da elini atmiyor kizin biyerine.

Yaz versiyonunda isler tersine donuyor. Ben kirk kere bakiyorum hava durumuna, tayyipleri bile dinliyorum. 35 diyor, yemin edicek adam nerdeyse. Bize sicak havada neler yapmamiz gerektigini buyuk bir ciddiyetle sayiyor, tayyibin uc cocuk derkenki suratiyla. Bi kalem hisirtisi yukseliyor acik pencerelerden, yaz acemisi almanlar not aliyorlar.

Yine de tam guven verememisler bana, cantamin icine sikistirmisim ince bir hirka. Parka gidiyorum, guneslenme grubunun arasina giriyorum. Haliyle basliyorum etrafa bakinmaya, bikinilerine bakiyorum kizlarin. Tam bir Sincan krosuyum. Benden baska bakinan yok. Grubun uyesi bir kac erkek, yonlerini kizlara gore degil gunese gore ayarliyorlar. Pisst pissst! sesleri geliyor, hayir kizlara degil. Gunes kremi fisfisliyor adamlar.

Friday, July 9, 2010

"Hocam nisanlim bana hep "doch" diyor!?"

Orta birde hic istememistim Almanca ogrenmeyi. Misler gibi secmeli resim dersi dururken benim artikel ezberlemem beklenemezdi. Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden gelen harika bir kadin, bazen gelisi sirtinda bir cuval kille olurdu. O harika kolyeler ve yuzukleriyle sirtlanirdi koca cuvali. Benim gibi minik minik elli 11-12 yasindaki cocuklardi emek verdikleri. Yarisi zaten belese bes veriliyordur diye gelirdi. Seneler sonra daha iyi anladim o geometrik uc boyutlu sekillerden yaptigimiz heykelleri ya da cizgi calismalarini, tasarim birinci sinifta temel tasarim dersinde cok cok benzer seyleri yaparken. Ismi degismisti aslinda, odevken kosskoca "Proje" olmustu.

Bu en sevdigim ders, gozumu ayirmadan izledigim o guzel kolyeli ve yuzuklu kadinin gitmesiyle ertesi sene acilmadi. Saclari da cok guzeldi, kisacik ve kipkirmizi. Seneler sonra kuaforun "nasil olsun" sorusuna verdigim "kisa ve kirmizi" cevabi o zamanlar yerlesmis galiba dilimin ucuna.

Kolyesi ve kupesi altin, etekleri diz alti tombul biri geldi, hic de bakmadim o tarafa. Bu sene secmeli zorunlu secmeli ders olan Almanca'yi almam gerektigini, gecen sene bu dersi almayan ben ve diger belesci arkadaslarim icin yeni baslayan almancasi sinifi acacaklarini soyledi. Gitti. Dersi de acmadi. Bizi sanki dunyanin en normal hareketiymis gibi almanca iki denen siniflara dagitmis altin yuzuklu parmaklariyla. Aciklamaya gerek yok, 11-12 yasindaki salaklariz. Muhattap olmaya gerek duymamis.

"Benim dersim de onemli, ben de ogretmenim burda!" hirsiyla kendini bizi hirpalamaya adamis, hayatinda sanirim hic gercek bir almanla konusmamis bir almanca ogretmeni ile karsi karsiya oturuyordum. Normal olarak anlamiyordum ve o yamuk kesilmis biyiklarindan baska ilgiyle incelenebilecek hic bir yeri olmayan beyefendi beni gittikce daha fazla boguyordu. Utanmadan yaptigi sinavlarda kagidima not veriyor, karneme de 3 ve 1 rakamlarini yazip, bir de ustun yetenek gosterip ortalamasini alip 2 veriyordu. Bu iki benim ilk almanca notum oluyor ve yillarca almanca dendiginde gozumde sirasiyla altin altin yuzuklu bir el, yamuk biyigin altindaki agizdan cikan anlamadigim kelimeler ve guzelim beslerimin arasindan bana bos bos bakan secmeli ders notum olan 2 canlaniyor.

Liseye BALa geliyorum, bizim ingilizce okudugumuz gibi ortaokul ve liseyi almanca okuyan insanlarla tanisiyorum. Anlamsiz geliyor, boyle anlamsiz bir dilde birseyler yapmak. Hic orali olmuyorum, hic ustume alinmiyorum, ikide birakmisim almancayi, uce gecmeye niyetim yok.

Asik oluyorum sonra, askimizin almancayla bir ilgisi yok. Tatli tatli turkce seviyoruz birbirimizi. Almanca ogreniyor o, doktorasi onu bekliyor almanyada. Hala ustume alinmiyorum, hic hayalimin ucunda yok almanya. "Ben gidiyorum." diyor bir gun. Artik dile getirmek zorunda kaliyor, cunku ben almancayi ustume alinmadigim gibi onun gidisini de alinmiyorum. Aliniyorum icten ice beni birakip gitmesine, ama "ben de giderdim" diyorum ona,"negzel gidiyosun bak yasasin" diyorum. Tezimi yaziyorum ellerimle, gozlerimle agliyorum, kafam darma duman.

Uzun uzun geciyor gunler, kocaman eve bir sessizlik cöküyor, anlamini hic anlayamadigim almanca gibi oluyor hayatim. Birileri birseyler söylüyor, anlamiyorum, anlamsiz cunku artik hersey. Anlamak icin tek bir yolum var artik, Goethe. Adi ustunde zor bir durum.

Parmagimda yüzügümle gidiyorum Goethe'ye. Burasi sevip de kavusamayanlarin sinifi, yani Aile Birlesimi vizesi almak icin baslangic seviyesinde almanca ogrenmesi gereken, sinava girip de sertifikayi alamazsa sevdicegiyle anca ruyalarda veya internette bulusacak insanlarin sinifi. "Besinci kezdir giriyorum sinava, gene alamazsam sertifikayi bosiycam bu adami" diyor kusadali delikanli kadin ders baslamadan. "Nisanlimi bir gun gordum sadece" diyorum, "sizin de mi anlasmali evlilik abla" diyor benden en az on yas buyuk adam, simit veriyor bi de, "gevrekciyim abla ben, kumrum da var." diyor. Kucuk bir kiz var diger yanimda, "17 yasindayim ama nikaha kadar 18 olucam, senin nisanligin ne renkti, kabarik miydi etekleri?" diyor. Basim donuyor, hoca gelip de "guten tag"lasmaya baslayinca acamiyorum agzimi. Kusarim gibi geliyor acarsam, kilitleniyor cenem. Sevmiyorum, ben resim dersine gecis yapmak istiyorum, nereye gitti guzel kizil sacli?

Hulya'yi seviyorum gun gectikce, onun da guzel bir yuzugu var. Cok ugrasiyor bu almancadan tiksinmis, zorla ogrenmek zorunda kalislarindan direncli, "oraya bi kapagi atsam tek kelime ögrenmicem" kafasindaki insanlara bi kac puan daha kazandirmaya. Tersliyorlar Hulya'yi, cok üzülüyor. Onu suclar gibiler bu kanun yüzünden, gözleri doluyor, bana bakiyor, gülümsüyorum. Rahatliyor, arkadas oluveriyoruz oyle. Dersten once dedikodu yapiyoruz, anlasmali evlilik yaptigi 20lik delikanliyla sarmas dolas olan delikanli kusadalidan bahsediyoruz. Almanyadaki kozmetik dukkanlarindan, biralardan, patateslerden konusuyoruz. Kordonda bir bira-patates aksami icin sozlesiyoruz.

Siliniyor aklimdan yamuk biyikliyla altin yuzuklu. Severek ogreniyorum artik, 2 falan da degil notlarim, 98lerde geziyor. Yuksek notlar aldikca seviyorum, sevdikce daha cok ogreniyorum. Almanca mesajlar atiyorum sevdicegime, her ogrendigim yeni fiil ve kelimeyle. O da rahatliyor, gozune farkli gorunmeye basliyor almanya. Evimizi dusunuyoruz, neler neler yapicaz ben gidince. Ama once bu sinif arkadaslarimla ayni kefede ayni savasin neferiyim. Kendini tanitma kisminda taksi soforu oldugunu ogrendigim arkadasim, "ben baglama yapiyorum esasinda, baba meslegi. ama diyemiyorum ki almancasini, taksi soforu diyorum geciyorum." diyor. Seviyorum gozunu sevdimin almancasini, hergun binbir kufur yiyen, kavga dovus ogrenilen almancayi. Ölüm kalim meselesi olmus burda, nefretle ve hirsla ogreniliyor. "ogretmenim nisanlim bana hep doch diyor, ne demek ki bu?" diyor araba tamirciliginden hasta bakiciliga gecmis, ama ikisinin de ayni oldugunu dusunen, "benim orda isim hazir abla, nisanlim is bulma kurumunda calisiyor" diyor. Notum yuksek diye mi abla oluyorum, yoksa cok mu artti sacimdaki beyazlar? Anlamiyorum. Anliyorum ki bu alman-ca ortamlarinda olay bu. Anladigin kadariyla yetiniyosun...

Sinav gunu nikahima denk geliyor. Goethe'de sinavdan cikip nikaha kosan ilk ogrenci oluyorum. Hediye verip tebrik ediyorlar. Kiyafetime dudak bukup "boyle mi gidiceksin nikaha?" diyorlar. Yok diyorum, tuvalette degistiricem. Boyle gitsem daha iyi olacakmis gibi bakiyorlar. Ellerim titremis sinavda hep zaten, gecicegim olasilik olarak yuzde bin de olsa ucunda bir kavusma durumu var iste. Stres hersekil buluyor insani. Sözlü sinavda nefes nefeseyim. Niye bu kadar heyecanlandim, anlamiyorlar. Aslinda depar atmisim yandaki kafeye, nisanlim orda, esim olmak icin bekliyor. Onun yanindan gelmisim. Bi iki sacma cumle kurdurup gonderiyorlar bizi. Konfetileri olsa aticaklar arkamizdan, sevgiyle gonderiyo beni kader arkadaslarim.

Nikah, dugun, vize... Birden almanca alisveris yaparken buluyorum kendimi. Anladiklarim anlamadiklarimin yaninda cok kucuk, ama yetinmeyi ogrenmisim bir kere. Para cokomel konusunu cok iyi halledebiliyorum.

Yeni bir kursum, yeni kader arkadaslarim oluyor. Biri japon, biri rus, biri iranli, bi de ben turk, dort kisi, dort aile birlesimi vizeli, turk kahvesi iciyoruz bizde. Almanca fal bakiyorum. "Doch!" diyorum bir soruya cevap olarak. Yuzumde yine cok kocaman bir engel asmis gulumseme. Bi dahakine "doch doch!" diye ikilerim diyorum icimden, cok egleniyorum...

Wednesday, July 7, 2010

Oyuncak tasarliyorum, evet. Para kazanmiyorum, hayir.

Tasarim bolumunun son sinifina gelince ODTÜ'de bir telas aliyor insani haliyle. "Sec bakalim bitirme projeni. Ama dikkatli ol, bu is ciddi bak!" deniyor. Karinda bir agri, eller - gozler telasli geziniyor insan bir sure. "Ben sectim coktan, zaten orda staj da yapmistim. Hatta bana maas bile bagladilar, mezun olunca isim de hazir. Yarin da hisse vericeklermis..." diye gezen canim arkadaslarima sinir olurken farkettim. Ben bu isi seviyorum ama bu sekilde bir rekabet-kiyamet ortamini degil. O gun farkettim elimde gercekten, sadece su guzellik yarismalarinda sakaciktan verilen sihirli degnegin oldugunu. Ve onu dokundurmak hatta iyice dürtmek istedigim yerler oldugunu.

Daha once sadece catilmis coplerden yapilmis oyuncaklarla oynanan bir dunyadaydim. Degneklerin binlerce liraya satilabilecek koltuklar diyarinda kilic misali tokusturuldugunu, bu alana pek ugramadigini farkettigimde kararimi vermistim. Oyuncak tasarlayacaktim. Hem de bu surekli "engelli" denilen cocuklara.. E madem biliyoruz engelli, biri de ucundan tutsa da kaldirsak su engeli. "Ay sekerim, ne kadar hayir sever kadirsinas bi insansin." seklindeki takdirlerden cok topladim. Hic de hayirseverler kermesi duzenleyesi gelen bir ruhum yoktur aslinda. Cozulmemis sorunlar, gelmemis ilhamlar ve ucu acik tasarim fikirleri icinde bogulmus bir alanda tasarim yapmaya calisan biriyim sadece. Ben de cok korkuyorum gercekten, hiperaktif bir cocuk beni cok sevmesine ragmen elindeki oyuncagini hizla bana firlattiginda. "Suna bir ip mip bisey baglasak da firlatamasa..." diyorum ben, "ayyy nasi dayaniyosun sen yaaa benim cok moralim bozuluyo onlari gorunce" diyo baskalari. Anlamiyorum. Ciziyorum ipli oyuncagi kaslarim catik. Sevgi pitircigi gibi bir durumum yok.

Bitirme projesidir, master arastirmalaridir derken daldim iyice bu konunun icine, kafamda binbir fikir. Kafadaki fikirler biraz daha beklesin ben biraz para kazaniyim dedim, zira kimi canim arkadaslarim bana kartvizitlerini verirken icinde kidem tazminati ya da yil sonu primi gibi seylerin gectegi cumleler kurmaktaydilar. Sevemedim ama cok uzgunum. Ben bu ortamlarda kaslarimi catip cizimlerimi yaparken, yan masamdakilerin kuyumu kazdigini, kocaman mudurlerin beni piyon gibi ortalara ittigini goremedim hic. Bir suru uretim deneyimi, is baglantisi ve sacimda on iki beyaz telle ara verdim ben bu ortamlara. Ha aralarda zorla soktum uretime bir iki oyuncak - urun. Kiymetini bilen oldu mu, donup arkama bakasim bile gelmiyor. Sevmiyorum bu hesaplar icinde kaybolmus muhasebeciden cok muhasebeci zihniyetleri. Ben baglanti detaylarini, malzemeleri, olculeri hesaplamayi seviyorum. Bi de cocuklar benim oyuncaklarimla oynarken kahkahalar atiyorlar bazen, onu cok seviyorum.


Iki kez UNESCO adi altindaki "Creativity Workshop / Toy for Rehabilitation" (yaraticilik calistaylari / rehabilitasyon oyuncaklari) organizasyonlarina katildim. Para kazanmadim, hayir. Biriyle tanistim orda, yaptigi isi bu kadar sevemez kimse. Kimse bu kadar hissedemez ihtiyaclari, boyle eglenemez eglenceli cozumler bulurken. Benmisim megersem o. Orasi benim evimmis...

Ellerini aylardir suren terapi boyunca kaldirmak istemeyen, hergun bir saat boyu zorla yaptirilan terapi hareketleri sirasinda hep aglayan Sofinin dunyasina girdim ben. Benim taze almancami cok sevdi Sofi. "Wie heißt du noch maaal? / Adin neydi bakiim senin?" dedi bana hep gulerek. Bizim ozel selamlasma tarzimiz oldu bu iki kisa gunde. 10 yasinda Sofi, cok guzel turuncu bir cantasi var. Sinifin cool delikanlisiyla da tanistim, kirmizi bir ferrari kullaniyor. Okulun en havali akülü arabasi bu... Bu aptal cocuk oyuncaklarini vermeyin bana diyor, 14 yasindaki bedensel engelli Jens, ama terapist napsin. Bu oyuncaklara hep ayicik mayicik cizmis ureticiler, oyuncak ya iste. Ayi olmasi lazimmis ustunde..."Kapiyi kapatalim" diyor, kizlar gormesin onu kucakta, bazi kizlarin onun kucagina oturma ihtimalini kaybetmek istemiyor...

15 ulkeden gelmis 20den fazla tasarimcilar, mimarlar, terapistlerle yasiyorum toplamda iki hafta. Dunyanin obur ucundan Chile'den gelen oda arkadasimla sasiriyoruz hayat tarzimizin benzerligine. Mozambikten Brezilyaya, Koreden Ugandaya vuruyorum kendimi. Almanlarla cocuk oyunlari oynuyoruz, Taylandla zeka oyunu oynuyorum. Italyayla kirmizi sarap iciyorum, Hirvatistanla cekirdek citliyorum. Rusla gunesleniyorum sogukta, Israille ne de guzel arkadas oluyorum. Bakiyorum, kan yok ellerinde. Halbuki askerligini de yapmis ufak tefek kizimiz, Tank komutaniymis. Aklim sasiyor Japonun elektronik oyuncagi sak diye yapip calistirivermesine. Bir BMWnin yanindan gecerken "ben bunun tasarim ekibindeydim" diyor Amerikali cok unlu tasarimci, hadi ordan diyorum. Ama gene de imzali bir araba cizimi aliyorum kendisinden, cok guluyoruz her oyuncaga ille bir iki tekerlek takmasina.

Gunler cok hizli geciyor, yorgunluktan bayilmak uzereyken tutuyorum kendimi hep. Portekize sormak istedigim sorular var daha, Mexicoyla gobek aticam. Dans dersinde Tarkan dinliyorlarmis, figurlerini gostermek istiyor bana. Sabah 7de kalkiyorum, "günaydin" diyorum, "buenos dias" diyor Chile. Kafa ingilizceye gecemiyor hemen.

Geciyor gunler, gercekten su gibi iste. Birisi yardim istiyorsa bil ki seni taze tasarlanmis bir oyuncakla oynaticak. Kosuyosun coskuyla ordan oraya. Cok faydali masaj yontemlerini de hemen not ediyorum kenara, Gayatri basi agriyanlari iyilestirirken. Koca tencerede turk kahvesi yapiyorum, fal bakiyoruz. Cok kocaman bir agac cikiyor bana, "hayirlisi" diyorum...

Oyuncaklari tasarlayip, modelleri yapip bir hafta sonra tekrar geliyorum okula. Noel baba gibi karsilaniyorum, yepisyeni oyuncaklar elimde. Once temkinli yaklasiyorlar bana ve oyuncaklarima. Gosteriyorum, beraber oynuyoruz biraz. Basliyor kikirdamalar, beni unutup oyuna daliyorlar, kahkahalar elele tutusup donmeye basliyor etrafimda. Sonra birakiyorum kendimi, fonda bir sarki caliyor ben onu duyuyorum sadece:

Su olsam, ateş olsam
Göklerdeki güneş olsam
Konuşmasam taş olsam
Yine de oynar mısın benimle

Susulsam, kusur olsam
Ağızdaki küfür olsam
Doğuştan esir olsam
Yine de oynar mısın benimle

Sayılmasam kaç olsam
Topraktaki güç olsam
Aptal gibi suç olsam
Yine de oynar mısın benimle

Tuesday, July 6, 2010

Master yapmis insanim, yemek mi yapamicam?

Mutfak konusunun tamamen zaman ve mekana bagli oldugunu dusunuyorum. Zamanin varsa evi ocak basina bile cevirebilirsin. Mekan olarak da musaitse tabi...
Biraz da inatlasma konusu. "Su akilsiz uyuz kiz bile ne borekler corekler yapiyor, ben mi yapamicam? kralini yaparim!" diyip onlugunu taktiktan sonra iki seye ihtiyacin var:

1. cesaret
2. internet baglantisi olan bir laptop

Urunlerinin tadina bakan bir de dunya tatlisi buldun mu Emine Beder (hatta Bether) yolundaki hizli yukselisinin onune kimse gecemez. Degerlendirme kriterleri:
1 numara: Anne kalitesinde olmus.
2 numara: cok guzel olmus, ama...
3 numara: sunu soyle yapsan sahane olacakmis.
kriterler bu cercevedeyken gerekli cesareti bulmak icin ugrasmaya gerek yok.

Eger ki universitedir, masterdir ugrasirken ev kizlarinin altin gunlerinde topladigi deneyimi ve puanlari kacirdiysan kisa yoldan telafi sistemine giris yapman lazim. Hedefler acik:

1. Manti
2. Yaprak Sarmasi
3. Herhangi bir kebap cesidi...


Manti:
Butun olayi hamuru. Ne zamanki eline yapisan hamurlar seni birakip top gibi sana bakmaya baslarsa o zaman olmus demektir. "Hamurdan korkarsan icinden cikamazsin, heryerine bulasir." demisti annem. Kimin patron oldugunu gostericeksin, gucu gorunce hizaya gelir o ;)

Gerekenler listesinde ikinci siraya oturan internet baglantisi sayesinde her turlu tarife ulasildigina gore malzeme listesi vermeme gerek yok. (Portakalagaci sitesini tavsiye ederim ama...) Amacim tarifte yazmayan, karsilasilabilecek baobablarin uzerinden atlanmasini saglamak.

Her zaman deneme - yanilma yonteminin deneme kismina baliklama atlamak lazim. Yanilma o kadar da kolay degil, hele ki elinde tarif varsa...

Hamurdan kucukken oynadigimiz plastik toplar kadar (hani bordo ya da mavi olurdu, cok sert bi sunger gibi. bir, iki, uc buccuk, dort, bes, alti buccuk... onlar kadar) bir parcayi koparip deneme ve insallah yanilmama kismina baslayabiliriz. oraya buraya, masaya ya da merdaneye yapismasin diye etrafa un serpmek gerekiyor. sonra amac belli, evhanimlari birligince aciklanmis manti hamuru kalinligi diye birsey olmadigina gore, olsa bile unlu ellerle kumpasimizi alip olcemeyecegimize gore, goz karari oldu diyecebilecegimiz incelige inene kadar hamur uzerinde gidip gelmek. Bunu yaparken fotograf falan da cekilirse facebookta cok sahane karizma yapabilirsiniz.
Sorasinda kare kare kesip, icine kiymayi (biraz baharattir, sogandir zenginlestirmek lazim, tariflere bakicaz artik...) koyup, buyuk bi sabirla kapaticaksin. Bitti. Amacimiz puan listesinde hizla yukselmekse servis kisminda ruhumuzu katicaz. O naneler pul biberlerle tango yapicak... Ya da kendisini beraber yapmisiz gibi hissetsin diye sevdicegimize vericez baharatlari, ruhu o katicak. Bi guzel keyifle yicez...

Sarma:
Aslinda sarma zor kabul ediyorum, kendisi baobab yapragindan yapiliyor diyebilirim. Ne zaman yapsam tuzlu oluyor, anlamadim gitti. Bir milyon yil mi beklemek istiyor bu yapraklar suda?
Sarma seklini ogrenmek tamamen pratik isi, bu isi bilen birinin yanina yanasip biraz mesai yapilacak mecburen.

Malzemelere falan bakarken Laptopa dikkat, o sari sari su elden guzelim klavyeye damliyor bazen. Bir de sarmak saglam bir mesai gerektireceginden guzel bir film bulup elleri kirletmeden once ayarlayip hazirlamak lazim. Sarma ruhunu yakalamak istiyorum diyenlere "Bos Cerceve" filmini oneriyorum.
Pisirme kisminda da dikkat etmek lazim, tatktik belli: Pistigini kokusundan anlayan anne seviyesine gelene kadar tencere basinda catalla nobet tutucaksin, bol bol cig pirinc ve yaprak yedikten sonra pistigi an nasil olsa yakalanir ;)

Ali Nazik: Adiyla ve tadiyla yureklere taht kuran ama bir o kadar da basit olan yemegimiz. Eger bunu misafire yapicaksak kendimize közlenmis patlican dumanindan kurtulmak ve ocagi temizlemek icin gerekli zamani mutlaka tanimaliyiz. Hem onceden kozleyip yogurtlarsak sarmisak tadi cok guzel yerlesiyor...

Kiymali yapmak cok pratik, baharattir sogandir kavurunca bitti gitti. Zaten servis yaparken dumani ustunde tutsun diye bir de salcali sos patlattik mi, onu bir de masada en kral iskenderciymiscesine tabaklara doktuk mu puan listesinde en ust siraya oturduk demektir. Yanina hele bir de suslu bir pilav koyarsak, "Ay sekerim cok doyduk, eline saglik. Sen bi kebapci ac bence..." denecektir. Kis kis gulebilirsiniz ve "Ay lutfen tatliya da yer birakin!" diyerek showunuza devam edersiniz ;)

Stadyumda acik hava sinemasi keyfi



Gelmeden tek bildigim sey Borussia Dortmund takimiydi, onu da nasi ogrendiysem, hic de Bundesliga takipcisi bir insan degildim. Futbolla iliskim agzima takilan "Turkcell super Liiiig, hic bitmesiiin" sozleri kadardi zaten. Bir de iste milli maclarda olusturulan ufak capli tribunlerde ortama ayak uydurmuslugum vardi.
Aslinda futbola bu mesafeli durusum sanirim 5-6 yaslarinda yasadigim o korkunc olaya dayaniyor:
Sakin bir pazar ogleden sonrasi, oturma odasinin perdeleri kapanmis. Babam ve simdi hangisi oldugunu hatirlayamadigim 4 amcamdan biri mac izliyorlar. Benden cay mi istemisler, ben mi ablalarim yapabiliyorsa ben de yaparim diye koca tepsiyi yuklenmisim, hatirlamiyorum. Beyaz coraplarim yumusak halida yavas ve dikkatli ilerlerken tum dikkatimi caylara vermistim. Ve o, su anda en fanatik futbol hastasinin bile hafizasindan coktan silinmis gol oldu. Gol oldu ve o yari uykulu husu icinde mac izleyen iki adam bagararak ayaga firladilar. Korktum. Tek kelimeyle...

Sokakta yururken bir ikisine rastladigimda bile cok korktugum futbol magandalarindan (burda sadece maca giderken "doner bicagimi nereme soksam daha kolay stadyuma sokarim" dusuncesini tasiyan magandalari kastediyorum) binlercesinin biraraya geldigi bir ortama ozgur irademle girmeyi dusunmedigimden hic maca gitmemistim. Ama Dortmund'a geldigim ilk aylarda katildigim en guzel aktivitelerden biri BVB-Bochum macina gitmek oldu. Signal Iduna Park ismiyle gecen stadyumlari cok guzel. 30bin kisinin tek vucut zipladigi Süd-tribun (tribunlerin guney kismindaki kale arkasi kismi) cok etkileyici.
Dun aksam da bu guzel ortama RobinHood filmini izlemek icin gittik. Kapida bizi karsilayan oklu-yayli-entarili gencleri gorunce "bunlar filmi canli mi oynicaklar acaba" sorusuyla devasa tribunlere giris yaptik.
















Eglenceli organizasyonlar konusunda basarili olan ev shibi halkimiz cok guzel acik hava barlari, minderli-hamakli yayilma yerleri, cok bira ictigime arpam cok gelio diyen genclere de cesitli ok atma ya da langirt oynama yerleri yapmislar. Futbol sezonu kapaninca hemen bu yapilari eklemisler. Iki ay suresince konserler, filmler ve tabi Dunya Kupasi maclari dev ekrandan tribun atmosferinde izleniyor. sonra hic bir seye usenmeyen ev sahibi halkimiz bu yapilari tek tek söküp onumuzdeki yaz yeniden kurmak uzere depoya kaldiriyorlar.

Burda film izlemek cok keyifliydi demek isterdim ama biz sadece soslu cipslerimizi ve cirkin sekerli popcornlarimizi yiyip, filmin calismadigini belirten (amanin almanya icin buyuk uberaschung !!) anonsa muteakip paramizi ve istedigimiz zaman kullanabilecegimiz hediye biletlerimizi alip evin yolunu tuttuk.

Cok guzel bir haziran yagmuru altinda cok guzel bir parkimiz olan Westparkimizdan gecip cok guzel islanip evimize geldik...

Westpark:
bizim arka bahce gibi kullandigimiz parkimiz. mangalimizi kolumuzun altina sikistirip aksam yemegine bile piknige gidebildigimiz, kendimizi ODTÜ 5.yurt onundeki cimenlerde hissetmemizi saglayan top oynayan, ip ustunde yuruyen, dans eden, yanan lobutlar ceviren genclerin oldugu park. gunduz de cok guzel bikiniyle guneslenme imkani var. yanina havlusunu serip oturan adam senin orana burana degil kendi orasina burasina bakiyor. "Ay buram pek yanmadi, soyle mi donsem acaba?" diyerek...

Cok guzel haziran yagmuru:
Serdar Ortac sarkisindaki yaz yagmuru gibi sakin degil. Bu yagmur tanelerinin iriligini anlayabilmek icin herhangi bir markete gidip salataliklara bakilmasi tavsiye edilir.

ilk adimlar


Yürüyorum, bazen atlaya ziplaya, bazen susup önüme bakarak, bazen de parmak uclarimda "orda ne var ki acaba, senin boyun uzun sen baksanaaa!" diyerek.
Hüzünlü ve yasli denen Türkiye'de 27 yil (hadi bir bucuk yasimda yurumus olsam, 25bucuk yil) yurudukten sonra simdi Dortmund'dayim. Bazen de merakli adimlarla cesitli Avrupa sehirlerinde, turistik yuruyuslerim oluyor. Yanimda en eski arkadasim, kalbimin en torpillisi, esim derken gulumsedigim ama tam bir yildir hayat esim; Alper. Uzun boylu olmasi disinda iyi de bir turisttir.
sadece yurumek icin degil, haftada bir iki kere de tango yapmak icin beraber adimlar atiyoruz. tango icin "erkegin liderlik yaptigi, kadinin takip ettigi bir danstir." diyenler varmis. Onlar Alman panzeri gibi dans eden kadinlar, ya da "kiz bulmak icin son umudum bu dans kursu." demis erkekler olabilir. Tango bize bi yere gitmesek de beraber yurumeyi sevdigimizi hatirlatiyor...
Bir de guzel evimizde attigim adimlar var tabi. Ogrenci evimde sadece kendim icin yaptigim, benim "uydurmasyon" ama kokos ortamlarin "füzyon" olarak tanimladigi tariflerden, gercek bir turk mutfagina gecerken attigim adimlar... Arada kestirme yollar, alman mutfagina ufak ziyaretler, kucuk capli yaniklar ve caktirmadan cope giden denemeler de olmustur.
Bu gidisler arasinda karsima cikan baobablari benim 1bucuk metre civarindaki goz hizamdan takip edebiliriz...